Boğaz Turu
19 Nisan 2010 Pazartesi by Arif Bayırlı
Sabah pek de erken olmayan bir saatte kalkıp beş dakika sonra tshirt ve eşofmanı giymiş bisikleti dışarı çıkarmaya uğraşıyordum. Hava durumuna göre bugün hafif yağış var fakat masmavi gökyüzü bunun tam tersini söylüyor; ben de yağış gelene kadar tadını çıkarayım diyorum. Boğaz'a karşı da bir kahvaltı etmiş olurum hem.. Menümüzde peynirli poğaçalarımız ve bir de meyve suyumuz var. "Boğazda kahvaltı" derken kulağınza gelen "burjuva" ton bu durum için sadece boğaz manzarasından kaynaklanıyor emin olun ...
Bebek'ten Sarıyer'e doğru boğazda pedallamak, çoğu yerinde emniyet şeritsiz iki şeritli yolda zaman zaman trafiğin ortasında kalıp koca koca jiplerin anlam veremediğiniz manevralarıyla zor anlar yaşasanızda muhteşem manzarası sebebiyle alışkanlık yapan bir deneyim. Bu parkuru antrenman için kullanıyorum fakat bu parkurun üzerinden birçok alternatif rota keşfedilmeyi bekliyor (Belgrad ormanı, Rumeli Feneri, Rumeli Kavağı vs vs..)..
Kampüsten döne döne sahile inip biraz pedal bastıktan sonra hemen ilk gördüğüm banklara kurulup kahvaltıya başlıyorum. Sarıyer'e gidiş yönünde her zamanki gibi sağlam bir rüzgar var. Bu rüzgar beni Sarıyer'e varmadan geri döndürecek hatta. Ama şimdilik herşey yolunda, poğaçalar nefis, sağımdaki ve solumdaki iki köprü manzarası birbirinden güzel:
Kaldırımlar balık tutan emekli amcalarla dolu. Haftaiçi "mesai saati" olduğundan pek kalabalık değil, ancak tek tük ya benim gibi okulu kırıp kendini boğaza atmış gençler ya da eşofmanlarını çekip, mp3 oynatıcısını kulağına takmış düzgün tempoda yürüyen ablalarımız. Kaldırımların kalabalık olmamasını fırsat bilip kahvaltıdan sonra ben de kaldırımdan devam ediyorum İstineye'ye doğru ve boğazda en sevdiğim noktadan köprünün ve benim düldülün bir fotoğrafını alıyorum:
Yola devam. Kaldırımı takip edip Emirgan korusu girişine kadar sürdükten sonra yola çıkıp İstinye'nin trafiğine girmekte sıra. Burayı da hemen girişteki hallerin ordan kaldırma kırarak atlatıyorum bu sefer. Kaldırımdan gidiyorum deyince "trafik canavarı" da ilan edilmek istemem..Bahsettiğim kaldırımlar genişlikleri ortalama 10-15 m olan kaldırımlar; herkese yetecek kadar yer ver yani..
İstinye'yi geçip İstanbul'da en sevdiğim semtin içinden geçiyorum : Yeniköy.. Her iki yanında ağaçlar olan yollarda pedal basmak kadar keyifli birşey yoktur. Hele bu yollar genişse ve her iki yanında da güzellikte birbiriyle yarışacak mimaride yalılar varsa daha ne olsun. Buyrun Yeniköy'den bir yol manzarası:
Yeniköy'den artık Sarıyer'e kadar duraksız pedal basayım diyorum fakat Tarabyayı geçtikten sonra yüzüme yüzüme vuran rüzgarla savaşa başlıyorum. Hızımı nerdeyse yarıya düşürüyor ve işin tüm keyfini kaçırıyor. Söylene söylene tam boğazın Karadeniz'e açıldığı kısmında biraz oturup birkaç fotoğraf çekiyorum:
Rumelifeneri'ne gitmeyi planlamıştı bugün fakat oturduğum yerden gördüğüm dumanlar pek iyi hisler uyandırmıyor.. Sahilde oturup kitap okumayı planlarken, duman solumaya pek niyetim yok. Üstelik daha iki gün önceden bisiklet üstünde yağmura yakalandığımdan ciğerime ciğerime işleyen bu rüzgara daha fazla kafa tutmayıp Bahçeköy ayrımından geri dönüyorum...
Geri dönüş yolu arkamdan esen rüzgarla çok daha keyifli. Yeni asfalt latiklerimin performansını denemek için güzel bir fırsat. Eski MTB lastiklerime oranla bisikletin verimi çok daha arttı fakat ince lastik bana ufak sarsıntıları dahi hissettirmeye başladı. Performans artışına göre şimdilik göze alabileceğim bir durum zaten, sorun yok..
İstinye'yi geçtikten sonra hava biraz kapamaya başlıyor, kampüse dönerim derken Emirgan korusu levhasını görüp hemen sağa kırıyorum. Geçen sene sürekli gelirdim buraya, bu sene ilk defa. Üstelik lale festivali de var. Heryer cıvıl cıvıl. Benim kafamı dinleyip sakin sakin kitap okuma planım için pek uygun değil. Varsın olsun deyip bisikletimle dolaşmaya başlıyorum ve birkaç fotoğraf çekiyorum:
Korunun birçok köşesinde aşağıdaki alçıdan yapılmış hayvan figurlerine rasladım:
Lalelerden yapılmış bir gökkuşağı ve birkaç tane daha fotoğraf:
Koruyu baştan başa dolandıktan sonra kalabalıktan uzak bir banka kurulup Doktor Fergusson, dostu Dick Kennedy ve Joe'nun "Balonla Beş Hafta" macerasına daldım, Afrika'nın düzlüklerinde kuşbakışı yol aldım... Jules Verne'un dehasına bir kez daha hayran kaldım ve kendi kendime iyi ki de çocukluk dönemlerimde okuduğum kitaplarını tekrar okumaya karar verdim dedim.
Bir buçuk saatlik tembelliğin ardından kalkası gelmiyor insanın ama daha kampüse çıkmak için tırmanacağım düşündükçe gözümde büyüyen bir yokuş var ve dönüş yolu...
Bebek'ten Sarıyer'e doğru boğazda pedallamak, çoğu yerinde emniyet şeritsiz iki şeritli yolda zaman zaman trafiğin ortasında kalıp koca koca jiplerin anlam veremediğiniz manevralarıyla zor anlar yaşasanızda muhteşem manzarası sebebiyle alışkanlık yapan bir deneyim. Bu parkuru antrenman için kullanıyorum fakat bu parkurun üzerinden birçok alternatif rota keşfedilmeyi bekliyor (Belgrad ormanı, Rumeli Feneri, Rumeli Kavağı vs vs..)..
Kampüsten döne döne sahile inip biraz pedal bastıktan sonra hemen ilk gördüğüm banklara kurulup kahvaltıya başlıyorum. Sarıyer'e gidiş yönünde her zamanki gibi sağlam bir rüzgar var. Bu rüzgar beni Sarıyer'e varmadan geri döndürecek hatta. Ama şimdilik herşey yolunda, poğaçalar nefis, sağımdaki ve solumdaki iki köprü manzarası birbirinden güzel:
Kaldırımlar balık tutan emekli amcalarla dolu. Haftaiçi "mesai saati" olduğundan pek kalabalık değil, ancak tek tük ya benim gibi okulu kırıp kendini boğaza atmış gençler ya da eşofmanlarını çekip, mp3 oynatıcısını kulağına takmış düzgün tempoda yürüyen ablalarımız. Kaldırımların kalabalık olmamasını fırsat bilip kahvaltıdan sonra ben de kaldırımdan devam ediyorum İstineye'ye doğru ve boğazda en sevdiğim noktadan köprünün ve benim düldülün bir fotoğrafını alıyorum:
Yola devam. Kaldırımı takip edip Emirgan korusu girişine kadar sürdükten sonra yola çıkıp İstinye'nin trafiğine girmekte sıra. Burayı da hemen girişteki hallerin ordan kaldırma kırarak atlatıyorum bu sefer. Kaldırımdan gidiyorum deyince "trafik canavarı" da ilan edilmek istemem..Bahsettiğim kaldırımlar genişlikleri ortalama 10-15 m olan kaldırımlar; herkese yetecek kadar yer ver yani..
İstinye'yi geçip İstanbul'da en sevdiğim semtin içinden geçiyorum : Yeniköy.. Her iki yanında ağaçlar olan yollarda pedal basmak kadar keyifli birşey yoktur. Hele bu yollar genişse ve her iki yanında da güzellikte birbiriyle yarışacak mimaride yalılar varsa daha ne olsun. Buyrun Yeniköy'den bir yol manzarası:
Yeniköy'den artık Sarıyer'e kadar duraksız pedal basayım diyorum fakat Tarabyayı geçtikten sonra yüzüme yüzüme vuran rüzgarla savaşa başlıyorum. Hızımı nerdeyse yarıya düşürüyor ve işin tüm keyfini kaçırıyor. Söylene söylene tam boğazın Karadeniz'e açıldığı kısmında biraz oturup birkaç fotoğraf çekiyorum:
Rumelifeneri'ne gitmeyi planlamıştı bugün fakat oturduğum yerden gördüğüm dumanlar pek iyi hisler uyandırmıyor.. Sahilde oturup kitap okumayı planlarken, duman solumaya pek niyetim yok. Üstelik daha iki gün önceden bisiklet üstünde yağmura yakalandığımdan ciğerime ciğerime işleyen bu rüzgara daha fazla kafa tutmayıp Bahçeköy ayrımından geri dönüyorum...
Geri dönüş yolu arkamdan esen rüzgarla çok daha keyifli. Yeni asfalt latiklerimin performansını denemek için güzel bir fırsat. Eski MTB lastiklerime oranla bisikletin verimi çok daha arttı fakat ince lastik bana ufak sarsıntıları dahi hissettirmeye başladı. Performans artışına göre şimdilik göze alabileceğim bir durum zaten, sorun yok..
İstinye'yi geçtikten sonra hava biraz kapamaya başlıyor, kampüse dönerim derken Emirgan korusu levhasını görüp hemen sağa kırıyorum. Geçen sene sürekli gelirdim buraya, bu sene ilk defa. Üstelik lale festivali de var. Heryer cıvıl cıvıl. Benim kafamı dinleyip sakin sakin kitap okuma planım için pek uygun değil. Varsın olsun deyip bisikletimle dolaşmaya başlıyorum ve birkaç fotoğraf çekiyorum:
Korunun birçok köşesinde aşağıdaki alçıdan yapılmış hayvan figurlerine rasladım:
Lalelerden yapılmış bir gökkuşağı ve birkaç tane daha fotoğraf:
Koruyu baştan başa dolandıktan sonra kalabalıktan uzak bir banka kurulup Doktor Fergusson, dostu Dick Kennedy ve Joe'nun "Balonla Beş Hafta" macerasına daldım, Afrika'nın düzlüklerinde kuşbakışı yol aldım... Jules Verne'un dehasına bir kez daha hayran kaldım ve kendi kendime iyi ki de çocukluk dönemlerimde okuduğum kitaplarını tekrar okumaya karar verdim dedim.
Bir buçuk saatlik tembelliğin ardından kalkası gelmiyor insanın ama daha kampüse çıkmak için tırmanacağım düşündükçe gözümde büyüyen bir yokuş var ve dönüş yolu...