Bisiklet performansımı denemek için uzun zamandır planlar yapıyordum ve sonunda teoriyi bırakıp işi pratiğe döktüm. Birkaç haftadır bisikletin bakımı ve dış lastik değişimiyle uğraşıyorum, aklımda da Yalova'da Erikli yaylasındaki şelalelere bir gezi yapma fikri var. Burasıyla ilgili bir çok yazı okudum, özellikle geçen haftalarda
"Kaçamak Bisiklet Gezileri" blogundaki yazı bu turu bir an önce gerçekleştirmek için ilham kaynağım oldu... ve dün saat 6:30'da evden çıkarak Yenikapı'dan Yalova feribotuna binmek üzere pedal bastım...
İlk kez bu saatlerde İstanbul'da bisiklet sürüyorum ve bu kesinlikle ilk ve tek olmayacak diye aklımdan geçiriyorum.. Şu ana kadar hep sağlı sollu arabalarla dolu gördüğüm caddeler bomboş, dükkanlar daha yeni yeni kepenklerini kaldırıyor, İstanbul daha yeni yeni uyanıyor. Solumda yeni doğan Güneş ve boğaz manzaarasıyla kendimi Yenikapı'da buluyorum ve 8:30 vapuru ile Yalova'ya doğru yola çıkıyorum..
Gideceğim yer Yalova Çınarcık ilçesi üzerinden devam edip Teşvikiye'den çıkılan Erikli yaylası ve hemen yanındaki Yalova Kent Ormanı.
Feribottan indikten sonra hemen şehir içinden geçip öğlen yemeği için birkaç şey aldıktan sonra Çınarcık yönüne doğru ilerliyorum. Şehir merkezinden biraz uzaklaştığımda arabalar seyrekleşiyor ve Termal - Çıanarcık ayrımına kadar ağaçlı bir yolda ilerlemeye başlıyorum.
Hava, bisiklet için ideal. Sıcak fakat terletmiyor, rüzgar hiç yok. Yolda, feribotta karşılaştığım birkaç bisikletliyle selamlaşıp Çınarcık'a doğru kırıyorum direktsiyonu. Sağ tarafımda Marmara Denizi ve uzakta Adalar manzarasıyla birkaç hafif rampayı aştıktan sonra beklemediğim bir çabuklukta Çınarcık tabelasıyla karşılaşıyorum.
Çınarcık'a hoşgeldiniz! Ne çabuk geldik yahu falan derken etrafta birkaç ev görünce daha şehir merkezine biraz yolum olduğunu anlıyorum; çıktığım rampaların karşılığını Çınarcık merkeze, deniz kıyısına inerek alıyorum. Karşımdaki manzara ise ekstrası.
Çınarcıkta bir çay molası veriyorum hemen sahil kıyısında daha bu saatlerde boş olan bir kahvehanede. Hafiften yaşlı bir amca gelip "Senin arkadaşlar biraz önce burdan geçtiler" diyor önümdeki iki yol bisikletliden bahsederek ve biraz sohbet ediyoruz. Bu arada çay geliyor. 23 Nisan olduğundan sahil yavaş yavaş hareketlenmeye başlıyor, anneler ellerinden tuttukları çocuklarıyla şehir meydanına doğru yürüyorlar. Bütün bu hareketliliğe rağmen bir koşuşturmaca göze çarpmıyor, herşey sanki olağan haliyle sürüp gidiyor. Dönüşte burada daha fazla zaman geçirmeyi planlayıp Teşvikiye'ye doğru yola çıkıyorum.
Çay keyfi... Çınarcık sahilden bir manzara... Çınarcık'tan Teşvikiye'ye doğru ilerledikçe manzara yavaş yavaş değişiyor, yeşilin yoğunluğu artıyor. Sağlı sollu tahta çitlerle çevrili çiftlikler, köy evleri yol boyunca uzanıyor. Etrafta da orta yükseklikte tepeler yolu çevreliyor. Sürüş gittikçe daha da zevkli hale geliyor..
Teşvikiye'ye giderken.. Teşvikiye'ye az kala..
Kasaba merkezinden geçip ilerliyorum ve yaklaşık iki kilometre dümdüz bir yolda, yemyeşil tepelerin arasında, sağımda bu muhteşem atmosfere eklenen derenin sesiyle pedal basıyorum. Böyle bir ortamda bisiklet sürmeyeli bir yıla yakın oluyor..
Yolun sonunda Erikli Yaylası ayrımından sağa sapıp aynı güzellikteki yolu takip ediyorum. Yol dümdüz ve yeni asfalt lastiklerim sayesinde sanki sıfır sürtünme ile yol alıyorum. Biraz ilerde küçük bir göleti geçtikten sonra artık yavaş yavaş tırmanmaya başlıyorum.
Rampalar başlıyor.. Çınarcıktan beri nerdeyse hep düz yolda ilerlediğimden tırmanışa rahat ve hızlı bir şekilde başlıyorum; tempomu ayarlayıp dinlene dinlene yükseliyorum. Yol oldukça dar fakat gelen giden pek yok. Yol boyunca fonda sürekli yanda akan derenin sesi var. Yol boyunca her yerde irili ufaklı akan sulara rastlıyorsunuz. Bir saate yakın tırmanıştan sonra yol üstündeki bir çeşmede dinleniyorum ve yukarıdan gelen iki bisikletçi yanıma yanaşıyorlar. Gemlik'ten geliyorlarmış. Kent Ormanına daha ne kadar olduğunu sorduğumda "Daha yolun yarısındasın ve ilerisi daha da zorlayıcı" dediklerinde biraz moral bozuluyor haliyle. Sıcaklık gittikçe hissedilmeye başlıyor ve sırt çantamda fazlasıyla yük yapıyor. Su takviyesinden sonra yola devam ediyorum ve tırmanıyorum, tırmanıyorum ve hala tırmanıyorum...
Yol kenarında bu küçük derelerden bir sürü var..
Bu da önümüzdeki şelalerin bir habercisi olsa gerek.. Tırmandığım yollar sol altta ve biraz arkada görülüyor...
Yorgunluğum hissedilir dereceye ulaştığında yol inişe geçiyor ve biraz sonra da eksik bir "L" harfi ile Erikli Yaylası tabelası görülüyor.
Bu çok yaklaştığımın bir işaretçisi, birkaç dönemeçten sonra da büyük bir rahatlama ile Kent Ormanına ulaşıyorum. Girişteki bilgilendirme levhasına göre yaklaşık 450m tırmanmışım ve sonunda ormanın ve şelalelerin keyfini çıkarabilirim. Saat ikiye yaklaştığından bir an önce yanımdakileri mideye götürmek için sabırsızlanıyorum ve ormanın hemen girişinde sol tarafta iki tane bank buluyorum. Kaşar ve salamlı bir sandiviçin bu kadar lezzetli olduğunu hiç hissetmemişim diyerek silip süpürüyorum ve şırıl şırıl akan derenin kıyısında şöyle bir uzanıp yaklaşık yarım saat dinleniyorum.
Şelalelerden önce yemek ve dinlenme molası... Biraz dinlendikten sonra ormanın içine, şelalelere doğru ilerliyorum. Nasıl birşeyle karşılaşacağımı tam bilmiyorum; birkaç yerde fotoğrafından hayal meyal hatırlıyorum fakat göreceğim ilk şelale olacağından heyecan son noktada.. Asma köprüden geçip patika yoldan devam ederek ilk şelaleye varıyorum ve duygularımı sözlere dökemeyeceğimden turun bu noktası kelimelerin bittiği an..
ve biraz yukarıda ilk gördüğümde ağzımın açık kaldığı ve yanı başında oturup bir saat seyrettiğim diğer şelale:
Çıktığım yokuşlar, şu anda bile bacaklarımda hissettiğim yorgunluk, hepsi o yemyeşil yollarda pedallamaya, bu muhteşem doğa olayına tanıklık etmeye değer. Günde yaklaşık doksan kilometreye çıkmış olmam ise bundan sonraki turlar için inanılmaz bir cesaret ve özgüven kaynağı oldu; bir sonraki turu planlamaya daha dönüş yolunda başlamıştım bile...