Bisikletle Anadolu Feneri
11 Ağustos 2010 Çarşamba by Arif Bayırlı
Bir hevesle başlamıştım halbuki yazmaya ama araya yaz okulu gibi "büyük" dertler girince ne gezmeye ne de yazmaya vakit ayırabildim, ta ki finalleri verip kendimi gene iki teker üzerinde bulup şöyle günü birlik sıkı bir tur yapana kadar.. Bu seferki hedefim en son turladığım Rumeli Feneri'nin tam karşısında bulunan, boğazın Karadeniz girişinde gemileri selamlayan bir diğer fener Anadolu Feneri...
Güzargahım Anadolu yakası Rumelihisarüstü'nden Sarıyer'e doğru, oradan feribotla Anadolu Kavağı, ardından Poyrazköy ve Anadolu Feneri..
Bu yaz sıcağında, hele bir de öğlen bisikletle çıkmanın ne kadar akıl karı olduğunu bu yazıda tartışmaya niyetli değilim, zira yolda karşılaştığım birçok insanın beni o zorlu rampaları çıkarken anlamsız bakışlarla izlemeleri ve kimilerinin de eliyle "deli midir nedir?" hareketi yapmaları bazı şeyleri bana sorgulatmadı değil.. Ama vardığım sonuç "herhalde herkes akıllı; bir ben deliyim" oldu..
Boğazda karşımdan esen rüzgar, sıcağın etkisini Anadolu Kavağı'na geçinceye kadar hissettirmedi sağolsun ama herşey Anadolu Kavağın'dan Anadolu Feneri yoluna çıkmak için tarihi Yoros Kalesi'ne doğru tırmanmaya koyulduğumda başladı. Turistler dahi bu sıcakta Kale'ye çıkmaya çekiniyorlardı, siz düşünün yani.. Ben de şu ana kadar çıktığım en dik rampalardan birine gaza gelip pedal basarak çıkıcam diye azmedince yolun tepesinde kalp çarpıntısından gidecekmişim hissi uyandıran bir durumda nefes nefese kaldım... Bir ara bayılıyorum herhalde falan dedim ama yanımdaki suyu kafadan aşağı boca edince renkler tekrar yerine geldi... Geri dönsem mi dönmesem mi hesabı yaparken geçmişteki turlarımda yaşadğım sorunlar karşısında en başta hep böyle hissettiğimi fakat vazgeçmeyip devam ettiğimde de sonunda hep "iyi ki dönmemişim" dediğimi hatırlayıp kalenin yanında biraz dinlenip yola devam ettim...
Yollar asfalt ve dar; iki şeritli... Beykoz yoluna kadar emniyet şeridi yok ve birkaç yerde ağaçların da etkisiyle yol nerdeyse 1.5 şeride kadar iniyor. Pek bir araba trafiği de yok, sessiz sakin... Anadolu Kavağı'ndan kıyı boyunca yol olmadığından, Beykoz'un iç taraflarındaki ormanlık bölgelerin içinden gidiliyor fenere. Kavaktan sonra birkaç hafif rampa daha çıktıktan sonra yolunda nispeten düzleşmesiyle kendime geliyorum ve turun zevkini çıkarmaya koyuluyorum. Geçtiğim yolların her iki yanı da ağaçlarla kaplı, yemyeşil.. Buralar İstanbul'un son kalan orman arazileri; yakında köprü projesiyle bir bir yok olacak olan...
Yola öğleden sonra çıktığım için dönüşümü iyi ayarlamam gerekiyor, çünkü feribotlar saat başı kalkıyor kavaktan. Alternatif olarak ise hafta içi günlerinde sadece bir kez Poyraz'dan 19:40 seferi var Sarıyer'e. Anadolu Kavağı'na geri dönmek istemezsem bunu kullanırım diye not düüşüyorum yol notlarıma ki dönüşte de bu feribotu kullanıyorum. Aynı yolu tekrar dönmek durumunda kalmıyorum.
Saat 16:30 gibi Anadolu Feneri köyüne varıyorum. Girişteki tabelayı geçtikten sonra biraz ilerlediğimde köy meydanına geliyorum ve tam karşımda da fener yükseliyor. Harika bir görüntü.. Fenere doğru sürüp bisikleti hemen yana bırakıyorum ve merdivenlerden yukarı çıkıp fenerin içinde bulunduğu alana giriyorum. Kapıdaki tabelada ziyaretler 16:00'ya kadar diyor; hala açık olduğuna göre şanslı günümdeyim deyip yukarı çıkıyorum... Karşımdaki manzarayı anlatamam... Hani Anadolu kavağında geri dönmemek için kendimi motive ettiğim, yolun sonunda yaşayacağım tatmin duygusunu sonuna kadar yaşıyorum nerdeyse... Boğaz Karadeniz'e doğru açılıyor, masmavi sular ufukta buğulu bir görüntü oluşturup alabildiğine uzanıyor. Fener yüksek bir tepe üzerinde olduğundan yaklaşık 270 derecelik geniş bir manzarası var. Tam karşıda da Rumeli Feneri...
On beş dakika geçmeden görevli nazik bir şekilde mesainin bittiğini, feneri ziyarete kapattıklarını belirtiyor ve dışarı çıkıyorum. Daha manzarayı doyamadım derken hemen yandaki caminin avlusuna girip etrafa bakınıyorum ve ordaki manzara da Fenerin tam arkasındaki bölümü kapsıyor ve tek kelimeyle harika... Burada biraz zaman geçirdikten sonra köy meydanında bir kahvehane arıyorum fakat bulduğum yeri gözüm tutmayınca yola devam edip Poyraz'a doğru pedallıyorum. 3-4 km'lik bir yolun ardından Poyraz ayrımına geliyorum ve biraz ilerlediğimde Poyraz tabelası beni karşılıyor. Burası küçük bir balıkçı kasabası ve çay içmek için oturduğum kahvedeki muhabbetlerden anladığım kadarıyla çoğu kişi balıkçılıkla uğraşıyor. Büyük bir limanı var ve hemen yanındaki koyda insanlar denize giriyorlar. Su pırıl pırıl.. Burada bir saat kadar dinlenip akşam 19:40 feribotunu bekliyorum ve geri dönüş...
Başlangıçta sıcağın yoğun etkisiyle oldukça kötü başlayan bir tur sonunda harika bir şekilde sonlanıyor. En başta ne kadar imkansız ve zor görünse de pes etmeden yola devam etmek her zaman yanında ödülünü de getiriyor sanırım (ya da ben sıcaktan yolun ortasında bayılıp düşmediğim için fazla şanslıyımdır belkide..)İstanbul'un bu görece keşfedilmemiş "yakın yerleri" bisikletle tur için ideal rotalar bence ve bundan sonra da ilk fırsatta Beykoz'un arka taraflarını, Kaynarca ve Polenezköy civarlarını keşfetmeyi planlıyorum... Bundan sonraki en yakın turum Eylul'de ancak, serin sonbahar havalarının gelmesini iple çekiyorum...
Güzargahım Anadolu yakası Rumelihisarüstü'nden Sarıyer'e doğru, oradan feribotla Anadolu Kavağı, ardından Poyrazköy ve Anadolu Feneri..
Bu yaz sıcağında, hele bir de öğlen bisikletle çıkmanın ne kadar akıl karı olduğunu bu yazıda tartışmaya niyetli değilim, zira yolda karşılaştığım birçok insanın beni o zorlu rampaları çıkarken anlamsız bakışlarla izlemeleri ve kimilerinin de eliyle "deli midir nedir?" hareketi yapmaları bazı şeyleri bana sorgulatmadı değil.. Ama vardığım sonuç "herhalde herkes akıllı; bir ben deliyim" oldu..
Boğazda karşımdan esen rüzgar, sıcağın etkisini Anadolu Kavağı'na geçinceye kadar hissettirmedi sağolsun ama herşey Anadolu Kavağın'dan Anadolu Feneri yoluna çıkmak için tarihi Yoros Kalesi'ne doğru tırmanmaya koyulduğumda başladı. Turistler dahi bu sıcakta Kale'ye çıkmaya çekiniyorlardı, siz düşünün yani.. Ben de şu ana kadar çıktığım en dik rampalardan birine gaza gelip pedal basarak çıkıcam diye azmedince yolun tepesinde kalp çarpıntısından gidecekmişim hissi uyandıran bir durumda nefes nefese kaldım... Bir ara bayılıyorum herhalde falan dedim ama yanımdaki suyu kafadan aşağı boca edince renkler tekrar yerine geldi... Geri dönsem mi dönmesem mi hesabı yaparken geçmişteki turlarımda yaşadğım sorunlar karşısında en başta hep böyle hissettiğimi fakat vazgeçmeyip devam ettiğimde de sonunda hep "iyi ki dönmemişim" dediğimi hatırlayıp kalenin yanında biraz dinlenip yola devam ettim...
Yollar asfalt ve dar; iki şeritli... Beykoz yoluna kadar emniyet şeridi yok ve birkaç yerde ağaçların da etkisiyle yol nerdeyse 1.5 şeride kadar iniyor. Pek bir araba trafiği de yok, sessiz sakin... Anadolu Kavağı'ndan kıyı boyunca yol olmadığından, Beykoz'un iç taraflarındaki ormanlık bölgelerin içinden gidiliyor fenere. Kavaktan sonra birkaç hafif rampa daha çıktıktan sonra yolunda nispeten düzleşmesiyle kendime geliyorum ve turun zevkini çıkarmaya koyuluyorum. Geçtiğim yolların her iki yanı da ağaçlarla kaplı, yemyeşil.. Buralar İstanbul'un son kalan orman arazileri; yakında köprü projesiyle bir bir yok olacak olan...
Yola öğleden sonra çıktığım için dönüşümü iyi ayarlamam gerekiyor, çünkü feribotlar saat başı kalkıyor kavaktan. Alternatif olarak ise hafta içi günlerinde sadece bir kez Poyraz'dan 19:40 seferi var Sarıyer'e. Anadolu Kavağı'na geri dönmek istemezsem bunu kullanırım diye not düüşüyorum yol notlarıma ki dönüşte de bu feribotu kullanıyorum. Aynı yolu tekrar dönmek durumunda kalmıyorum.
Saat 16:30 gibi Anadolu Feneri köyüne varıyorum. Girişteki tabelayı geçtikten sonra biraz ilerlediğimde köy meydanına geliyorum ve tam karşımda da fener yükseliyor. Harika bir görüntü.. Fenere doğru sürüp bisikleti hemen yana bırakıyorum ve merdivenlerden yukarı çıkıp fenerin içinde bulunduğu alana giriyorum. Kapıdaki tabelada ziyaretler 16:00'ya kadar diyor; hala açık olduğuna göre şanslı günümdeyim deyip yukarı çıkıyorum... Karşımdaki manzarayı anlatamam... Hani Anadolu kavağında geri dönmemek için kendimi motive ettiğim, yolun sonunda yaşayacağım tatmin duygusunu sonuna kadar yaşıyorum nerdeyse... Boğaz Karadeniz'e doğru açılıyor, masmavi sular ufukta buğulu bir görüntü oluşturup alabildiğine uzanıyor. Fener yüksek bir tepe üzerinde olduğundan yaklaşık 270 derecelik geniş bir manzarası var. Tam karşıda da Rumeli Feneri...
Fener'den Karadeniz manzarası; karşıda çok az belirgin bir şekilde Rumeli Feneri seçiliyor...
On beş dakika geçmeden görevli nazik bir şekilde mesainin bittiğini, feneri ziyarete kapattıklarını belirtiyor ve dışarı çıkıyorum. Daha manzarayı doyamadım derken hemen yandaki caminin avlusuna girip etrafa bakınıyorum ve ordaki manzara da Fenerin tam arkasındaki bölümü kapsıyor ve tek kelimeyle harika... Burada biraz zaman geçirdikten sonra köy meydanında bir kahvehane arıyorum fakat bulduğum yeri gözüm tutmayınca yola devam edip Poyraz'a doğru pedallıyorum. 3-4 km'lik bir yolun ardından Poyraz ayrımına geliyorum ve biraz ilerlediğimde Poyraz tabelası beni karşılıyor. Burası küçük bir balıkçı kasabası ve çay içmek için oturduğum kahvedeki muhabbetlerden anladığım kadarıyla çoğu kişi balıkçılıkla uğraşıyor. Büyük bir limanı var ve hemen yanındaki koyda insanlar denize giriyorlar. Su pırıl pırıl.. Burada bir saat kadar dinlenip akşam 19:40 feribotunu bekliyorum ve geri dönüş...
Poyrazköy'de kahvede akşam sefası
Turun bütün fotoğraflarını aşağıdan slayt gösteri olarak da izleyebilirsiniz!
Başlangıçta sıcağın yoğun etkisiyle oldukça kötü başlayan bir tur sonunda harika bir şekilde sonlanıyor. En başta ne kadar imkansız ve zor görünse de pes etmeden yola devam etmek her zaman yanında ödülünü de getiriyor sanırım (ya da ben sıcaktan yolun ortasında bayılıp düşmediğim için fazla şanslıyımdır belkide..)İstanbul'un bu görece keşfedilmemiş "yakın yerleri" bisikletle tur için ideal rotalar bence ve bundan sonra da ilk fırsatta Beykoz'un arka taraflarını, Kaynarca ve Polenezköy civarlarını keşfetmeyi planlıyorum... Bundan sonraki en yakın turum Eylul'de ancak, serin sonbahar havalarının gelmesini iple çekiyorum...